TMK'da Düzenlenen Genel Boşanma Sebeplerinden ‘Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması’ Nedeniyle Boşanma İçin Aranan 1 Yıl Evli Kalmak’’ Koşulunun AYM Norm Denetimi Kararı Işığında Değerlendirilmesi
- Sena Beril Yontar
- 11 Oca
- 7 dakikada okunur
Türk Medeni Kanunu Kapsamında Düzenlenen Genel Boşanma Sebeplerinden ‘’Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması’’ Nedeniyle Boşanma İçin Aranan ‘’1 Sene Evli Kalmak’’ Önkoşulunun Güncel Bir AYM Norm Denetimi Kararı (2023/109 E., 2024/113 K.) Işığında Anayasa’ya Aykırılık Bakımından İncelenmesi

4271 sayılı Medeni Kanunu’nda yer alan genel boşanma sebeplerinden biri ‘’evlilik birliğinin temelinden sarsılması’’dır. Madde 166’ya göre evlilik birliği ortak hayatı kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa eşlerden her biri boşanma davası açabilecektir. Yazının incelediği karara temel teşkil eden problem söz konusu maddenin ikinci fıkrasında kendini göstermektedir. Yasa koyucu 166/2. Maddesinde ‘’Evlilik en az bir yıl sürmüş ise eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılacağına hükmetmiştir. Böylece her bir eşin şahsi ya da anlaşmalı olarak boşanma davası açarken evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını boşanma nedeni olarak ileri sürmesi hususunda 1 yıllık süre şartı ön görülmüştür. Toplum nezdinde şiddetli geçimsizlik adıyla da bilinen evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davası zina, hayata kast ya da akıl hastalığı vs. gibi ağır sebepler dışında anlaşma zemini taraflar arasında daha makul sebeplerle sağlanamadığı takdirde sıklıkla gösterilen bir boşanma nedenidir. TMK 166 ‘’evlilik birliğinin temelinden sarsılması’’nın çiftlerden birinin boşanma sebebi olarak ileri sürmesi sebebinin 1 yıllık evli kalma şartına bağlı kılınması yakın zaman önce Anayasa Mahkemesi’nin norm denetimi yoluyla gündemine gelmiştir. Ankara 18. Aile Mahkemesi, TMK 166/2’de ön görülen bu şartın Anayasa’nın 5., 10., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. AYM, yasa maddesinin Anayasa’nın 13 ve 20. Maddeleri bakımından tartışılması gerektiğine karar vererek bu çerçevede inceleme yapmıştır.
İlk olarak 13. madde bakımından Anayasa’ya aykırılığı inceleyen AYM karar metninde özetle;
‘’Kural, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilerek boşanma kararı verilebilmesini evliliğin en az bir yıl sürmüş olması şartına bağlamaktadır. Bu yönüyle kural evliliğin sona erdirilmesine ilişkin bir düzenleme içermektedir. Evlilik birliğinin kurulmasının yanı sıra sona erdirilmesi de özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla doğrudan ilgilidir (AYM, E.2023/116, K.2024/56, 22/2/2024, § 17). Bu itibarla eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin geçerli olabilmesini evliliğin üzerinden bir yıl geçmiş olması şartına bağlayan kural, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik bir sınırlama getirmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Bu kapsamda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır. Kuralda eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılarak boşanma kararı verilebilmesi için şart olarak öngörülen sürenin herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlendiği görülmektedir. Dolayısıyla kuralın kanunilik şartını sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. ‘’ hükmüyle ilgili maddenin Anayasa’nın 13. Maddesinde yer verilen özel hayatın dokunulmazlığı hakkına aykırılık teşkil etmediğine karar vermiştir. Verilen kararda aile hayatına saygının özel hayata saygı hakkının içerisinde değerlendirilmesi gerektiği özellikle vurgulanmıştır.

Burada akıllara gelmesi gereken soru(n) aslında şu: ‘’Peki ayrılma kararı almak da özel hayata ilişkin ve saygı duyulması gereken bir husus değil midir?’’ Kişinin kendini yetersiz ve mutsuz hissettiği bir evliliği sadece aile kurumuna saygı çerçevesinde bir yıl süre zarfınca devam ettirmesi bireysel varlık olarak vatandaşı görmezden gelmek anlamını taşımak olduğu düşünmekteyiz. Ayrıca önemle hatırlatmakta fayda görmekteyiz ki; Anayasa’nın 17. Maddesi de ‘’Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’’ denilerek vatandaşa bireysel olarak var olma özgürlüğü tanınmıştır. Yani her bireyin medeni durumuna ve medeni durumundaki değişikliğe meydan olan sebebi serbestçe tayin etmesi beklenmektedir. Kararın ileri sürdüğü bir husus da bu sebebin bireysel olarak ileri sürülememesinin mutlak bir boşanma engeli olarak algılanmasının yanlış olduğu ve boşanmak isteyen tarafın dilerse özel boşanma sebepleri uyarınca boşanma davası açabileceğidir. TMK kapsamındaki özel boşanma sebeplerinin zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk, akıl hastalığı olduğu bilinmektedir. Anılan bu sebepleri içermeyen bir boşanma kararını, bu sebeplerden birini içeriyormuş gibi yargılamaya konu yapmak ‘’kanunu dolanmak’’ dediğimiz olayı meydana getirmez mi? Bir hukuk devletinde ‘’kanunu dolanmak’’ya da ‘’-mış gibi yapmak’’ halk arasındaki adalet ve yargıya güveni ciddi anlamda zedeler. Bunun yerine kanunlarımızı insanın hak ve ihtiyaçları nezdinde düzenlemek gerekmektedir.
Yazının sonunda katıldığımız karşı görüş oyunu paylaşıyoruz;
‘’ 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen ve anlaşmalı boşanma davalarında evliliğin en az bir yıl sürmüş olması şartını arayan hükmün, Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırılık teşkil ettiği ve bu sebeple iptal edilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız.
- Her şeyden önce, Anayasa’nın 20. maddesinde teminat altına alınan özel hayatın gizliliği ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı, bireylerin evliliklerini yürütüp yürütmeme noktasında karar verme özgürlüklerini de kapsamına almaktadır. Evli çiftlerin hür iradeleriyle ve karşılıklı mutabakatla evliliklerini sona erdirme yönündeki taleplerinin, sırf evliliğin bir yıldan az sürmüş olması gerekçe gösterilerek reddedilmesi, bahsi geçen anayasal hakka ölçüsüz ve orantısız bir müdahale niteliği taşımaktadır.
- Öte yandan, evliliğin bir yıldan kısa sürmesine rağmen eşlerin anlaşmalı olarak boşanmak istemeleri durumunda, evliliğin korunmasının gerekip gerekmediği, evlilik birliğinin temelden sarsılıp sarsılmadığı ve tarafların boşanma iradelerinin sağlıklı bir şekilde oluşup oluşmadığı hususlarının takdiri, tarafları dinledikten sonra hâkime bırakılabilecekken, mevcut düzenleme bu imkânı ortadan kaldırmaktadır. Bir yıllık süre şartının katı bir şekilde uygulanması nedeniyle mahkemeye bir takdir hakkı tanınmamakta, tarafların iradelerinin daha iyi bir şekilde yansımasını sağlayabilecek, daha kısa sürede sonuçlanabilecek ve daha az maliyetli olabilecek anlaşmalı boşanma hükümlerinden yararlanma imkânı engellenmektedir.
Hâkimin, anlaşmalı boşanma davalarındaki fonksiyonunun ve yetkilerinin etkin kullanmasının sağlanması suretiyle, evliliğin bir yıldan kısa sürdüğü hallerde dahi tarafların vardıkları uzlaşmalarının adalet ve hakkaniyet kıstasları çerçevesinde değerlendirilmesi temin edilip sürenin katı bir şekilde uygulanmasının meydana getireceği olumsuzlukların önüne geçilmesi ve aynı etkin denetim sayesinde bu müessesenin kötüye kullanımının engellenmesi de mümkündür.
- Keza Anayasa'nın 41. maddesinde devlete yüklenen, ailenin huzur ve refahı ile özellikle anne ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alma vazifesi de bir yıllık süre koşulunun sorgulanmasını gerektirmektedir. Zira bu koşulun katı bir biçimde uygulanması, bilhassa evliliğin ilk zamanlarında zuhur eden ve bertaraf edilmesi mümkün olmayan sorunlar sebebiyle eşlerin anlaşarak boşanmayı talep etmeleri halinde bu talebin reddi sonucunu doğurabilecek, bu durum ise ailenin ve aile bireylerinin korunması amacıyla çelişebilecektir.
- Bununla birlikte, bir yıllık evlilik süresi şartının katı bir biçimde tatbik edilmesi, pratikte önemli problemlere sebebiyet vermekte, hukuka aykırı tutum ve davranışların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Henüz evliliklerinin üzerinden bir yıl geçmemiş olmasına rağmen anlaşmalı bir şekilde evliliklerini sona erdirmek isteyen eşlerin, yürürlükteki bir yıl şartı nedeniyle buna imkân bulamamaları dolayısıyla, amaca ulaşmak için bir takım başka çarelere başvurmak durumunda kaldıkları da bilinen bir gerçektir.
- Taraflar, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı hususunda mahkemede kanaat oluşturabilmek amacıyla gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmaktan çekinmemekte, görgüye dayalı bilgisi olmayan tanıkları gerçeğe aykırı beyanda bulunmak hususunda teşvik etmekte, adeta hükmün etrafından dolanarak kanunun öngördüğü koşulları suni bir şekilde oluşturmaya gayret göstermektedirler. Böylesi bir durum ise, hukuk devleti ilkesiyle asla bağdaşmayan bir hukuk dışılığa kapı aralamakta, ahlaki değerlerin erozyona uğramasına sebebiyet vermektedir.
- Anayasa’nın 10. maddesinde ifadesini bulan eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı da bir yıllık süre şartının kaldırılmasını gerektirmektedir. Şöyle ki, söz konusu şart evli çiftleri, evliliklerinin devam sürelerine göre farklı muameleye tabi tutmakta, bir yıldan uzun süren evliliklerde anlaşmalı boşanma imkânı sağlanırken bir yıldan kısa evliliklerde bu imkân ellerinden alınmaktadır. Oysaki evliliğin ne kadar sürdüğüne bakılmaksızın, tarafların uzlaşması halinde boşanma taleplerinin eşit bir şekilde değerlendirilmesi, eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağının doğal bir sonucudur.
- Kaldı ki Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla ve Anayasa'nın ilgili maddelerinde öngörülen nedenlere bağlı olarak sınırlama getirilebileceğini, bu sınırlamalarla temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulamayacağını ve ölçülülük ilkesine uygun olmak zorunda olduğunu hükme bağlamaktadır. Bir yıllık evlilik süresi şartının ihdas ettiği sınırlama ise Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının özüne dokunmakta ve bu hakkı ölçüsüz bir biçimde sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla bahse konu sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen ölçütlere uygun düşmediği kanaatindeyiz.
- Bunun yanında Anayasamızın 17. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme ve koruma hakkını güvenceye bağlamaktadır. Bu hak, bireylerin kendi geleceklerine yön verme ve kişisel seçimlerini özgürce gerçekleştirebilmelerini de içerir. Bir yıllık süre koşulu ise kişilerin evliliği devam ettirip ettirmeme noktasındaki iradelerini kısıtlamakta ve onları belirli bir süre evli kalmaya mecbur bırakmaktadır. Bu yönüyle de mezkûr anayasal hakka bir müdahale söz konusudur.
- Ülkemizin de tarafı bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesi, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını koruma altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Babiarz/Polonya ve Ivanov ve Petrova/Bulgaristan davalarında verdiği kararlarda, boşanma davalarında tarafların anlaşmasına rağmen boşanma talebinin haklı gerekçelere dayanmaksızın ve ölçüsüz bir şekilde reddedilmesinin, Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlali anlamına geleceğini belirtmiştir. Bu itibarla bir yıllık evlilik süresi şartının tatbiki, uluslararası insan hakları hukuku perspektifinden de sorunlu görünmektedir.
- Hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez unsurlarından biri, kanunların toplumun değişen ve gelişen ihtiyaçlarına cevap verebilmesi ve çağın gereklerine uygun şekilde yorumlanabilmesidir. Hukukun dinamik bir yapıya sahip olması, toplumsal değişimlere ayak uydurabilmesi ve günün koşullarına adapte olabilmesi son derece önemlidir. Ne var ki, anlaşmalı boşanma için öngörülen bir yıllık evlilik süresi şartının katı ve şekilci bir biçimde tatbik edilmesi, içinde bulunduğumuz dönemin toplumsal gerçeklikleriyle tam olarak örtüşmemektedir. Zira günümüz toplumunun ihtiyaçları, beklentileri ve öncelikleri geçmişe nazaran ciddi farklılıklar arz etmektedir. Mevcut düzenlemelerin günün ihtiyaçlarına uygun durumda olması hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir. Aksi takdirde, kanunların toplumsal hayatın gerisinde kalması ve bir takım adaletsizliklere yol açması kaçınılmaz olacaktır.
- Son olarak karşılaştırmalı hukuk bakımından meseleye yaklaşıldığında, modern hukuk sistemlerinin pek çoğunda anlaşmalı boşanma için bir yıllık evlilik süresi şartına yer verilmediği dikkat çekmektedir. Örneğin İsviçre ve Fransız hukukunda eşlerin anlaşması durumunda evliliğin süresi dikkate alınmaksızın boşanma kararı verilebilmektedir. Türk hukukunun da bu çağdaş yaklaşımları göz önünde bulundurması ve anlaşmalı boşanma kurumunu daha esnek bir yapıya büründürmesi yerinde olacaktır. ‘’
Comments